Press enter to see results or esc to cancel.

KENDİ GÖKYÜZÜNDE UÇMAK

Anneme kanser teşhisinin konmasıyla başlamıştı Zümrüdü Anka kuşu ile tanışmam. Daha ilkokul yıllarında kanserin ne demek olduğunu bilmeyen bir kız çocuğunun hayata karşı tutunma mücadelesinin yegâne gücüydü bu efsane… Her gece yatmadan önce okur; Simurg olmak nasıl bir şey diye düşünürken uykuya dalardım.

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş. Bu nedenle Simurg ölümsüzdür.

Simurg’un her canlıdan bir iz taşıdığı söylenmektedir…

Ve tüylerinde her rengin barındığı… Kanatları altın ve kırmızı karışımı, vücudunun ve başının ise mor renkte olduğu… En garip söylentilerden biri yüzünün insana benzediğidir! Kuş gibi olmayan bir kuştur Simurg ! Benzersizliği nedeniyle tektir.
Tüm bu efsanevi özelliklerinin yanında canlılara en zor anlarda yardım ettiği ve kendine en fazla ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ortaya çıkarak varlığını gösterdiği söylenmektedir… Her zaman yalnız olan bu kuşun kendinden yardım isteyenlere asla ‘hayır’ cevabı vermediği rivayet edilmektedir… Varlığı, yanında bulunana tarifi mümkün olmayan bir mutluluk, sükûnet ve huzur vermektedir… Simurg ortaya çıktığında, onu görebilme şansına erişenlerin bir daha asla eskisi gibi olmadıkları da rivayetler arasındadır… Simurg, dünyaların yıkılışları ve tekrar tekrar yapılışlarına şahit olmuştur. Bu nedenle bilgeliği akılların ötesindedir… Onun yer ile gök arasında birliği sağlayacağı söylenmektedir… Uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yapraklarının titremesi nedeniyle dökülen tohumların dünyanın her yanına dağıldığı, gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök salmasını sağladığı ve bu bitkilerin insanoğlunun hastalıklarını tedavi ettiği gibi bazı rivayetleri anlamlandırmaya çalışmak ise konuşanların akıllarını zorlamaktadır adeta…

Tüm halkların kendilerine has farklı şekillerde ondan söz etmesi de son derece gizemlidir… Bu derece bilinen ve bu derece gözlerden ırak bir kuştur Zümrüd-ü Anka… Her yerde var olduğu halde, hiçbir yerde bulunamayan bir kuş…

Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Bir an gelir Anka ortalıkta görünmez olur. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ona ulaşmak zorludur hatta o Kaf Dağının tepesindedir oraya varmak için de zorlu vadiler ve tepeler aşmak gerekir.

Sırasıyla istek, aşk, marifet ve istiğna vadilerini geçerler; az kalmalarına rağmen sayıları daha da azalarak… Vahdet Vadisi inanılmaz bir vadidir… Birçoğu burada kalmak, başka hiçbir yere gitmemek ister… Ardından Hayret Vadisi’nde gördükleri karşısında donup kalırlar… Sonsuza kadar o vadiyi seyretmekten daha güzel ne olabilir ki? Ne yerleri, ne yurtları akıllarına gelmemektedir artık! Hayret halinde kalan nice kuşu geride bırakan küçük grup, tamamen idrakleri ve hayal güçleri dışında olan Yokluk Vadisi’ne ulaşırlar… Bu vadiden bahsetmek dahi çelişki doğuracak, varlık alanına ait olacaktır… Tarihte bu vadi hakkında ‘bahsedilen her ne varsa, o değildir’ denmektedir… Doğası gereği hakkında hiç konuşulamayan ve sonsuza kadar da konuşulamayacak olan Yokluk Vadisi… Ona ulaşanlar dışında tüm varlıklar için sonsuza kadar bir sır olarak kalacak bu vadi Kaf Dağı’nın son vadisi ve Simurg’un yuvasına açılan kapıdır…

Sonunda, geriye kalan azınlık tüm efsanelerin bağlandığı o ‘En Kutsal Yer’e varırlar. Önlerinde tüm heybetiyle Bilgi Ağacı durmaktadır… Hepsi huşu içindedirler… Tüm zerrelerine kadar kutsalla dolu bu mekâna gelmek için hatırlayamadıkları kadar uzun bir yolculuk yapmışlar ve topluluklarının neredeyse tamamını yolda bırakmışlardır… Sadece bir avuç kuş olarak oraya varmak hayal gibidir!

Hep birlikte yola çıkan kuşlar zaman geçtikçe birer birer vazgeçmişler ve dökülmeye başlamışlar. Kaf Dağına vardıklarında 30 kuş kalmış geriye sonunda bu sırrı sözcükler dile getirmiş ve Farsça ”Si” 30 demek ”Murg” ise kuş yani Simurg(Anka Kuşu) 30 kuş demek o 30 kuş anlamış ki hepsi Simurg…

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış).

Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış,
baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi ‘şaşkınlık’ ve sonuncusu Yedinci Vadi ‘yok oluş’ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Mutlak bir sessizliğin içinde ağır ağır Bilgi Ağacı’na doğru ilerlemişler. Bilgi ağacının üzerinde otuz tane tablet vardır. Hiç bir ses çıkmaz gruptan… Neredeyse fiziksel olarak dokunulabilecek bir sessizlik içerisinde her biri, kendine yakın tabletin bulunduğu dala usulca yerleşir ve okumaya başlar…

‘Yuvanıza hoş geldiniz’ yazmaktadır tabletin başında. İçlerindeki duygu fiziksel bedenlerini zorlamaya başlamıştır. Öyle beklenmedik, öyle akıl almaz bir şeyi idrak etmeye başlamışlardır ki, bedenleri bu idrakin yoğunluğuyla titremeye başlar…

 

Yazı şöyle devam etmektedir:

‘Burası Si (otuz) – murg (kuş) ‘un evidir…’

Bu esrimenin şiddetiyle o ana kadar inandıkları, oldukları, zannettikleri her şey ve tüm kimlikleri, idrak ettikleri Hakikat karşısında yanmaya ve yok olmaya başlar! Aynı anda dallarında oturdukları Bilgi Ağacı’da alev alır! Varoluşlarının açığa çıkan sırrı tüm varlıklarını Bilgi Ağacı’yla birlikte yakmaya başlamıştır!

Tıpkı sonsuzluktan beri gerçekleştiği ve sonsuza kadar gerçekleşmeye devam edeceği gibi gerçekleşmektedir! Her biri birbiriyle tıpatıp aynı renkte küllere dönüşene kadar yanarlar…

Ve sonunda, geriye yanacak hiçbir şey kalmadığında, o küllerin içinden doğar Zümrüd-ü Anka…

Ve Simurg; kendini idrak eder…

Efsane gerçekleşmiş, yolculuk yapan otuz kuş Yokluk Vadisi’nde gözden kaybolmuşlardır… Simurg’u bulmayı başaran tüm kuşlar gibi, onlar da bir daha asla Yokluk Vadisi’nden geri dönemeyeceklerdir…

Otuz arayıcı kuş artık yoktur… Arayan’da, Aranan’da yok olmuş; aşık ve maşuk yoklukta birleşmiştir… Yokluk Vadisi’nden uzaklaşırken her birinin bedeni kendilerine has renklere bürünerek, gökküşağının ahengi içinde farklılaşan renkler gibi, farklılaşmaya başlarlar Birlik içinde … Ancak yansıttıkları artık Simurg’un renkleridir…

Ve gözlerin sahibi değişmiştir…
Çokluğun ahenginde; Birlik…
Varlığın içinde; Yokluk…
Yokluğun rahminde; Varlık…

Hayatın içinde Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

Küllerinden doğarak, o küllerin üstünden kendi gökyüzünde uçmalı insan…

Sevgi ile kalın…

 

Comments

Comments are disabled for this post